Ekonomi Notları – 88
Ömer Madra: Bugün gazetelerde büyüme rakamları verilmiş, Hürriyet gazetesinde ilginç bir yazı var “hiç böyle zengin olmadık” diyor. “Milli gelirimiz 3,383 Dolar oldu, Türkiye ekonomisi 2003’te tahminlerin üzerinde %5.9 büyüdü ve kişi başına milli gelirde de cumhuriyet tarihi rekoru kırıldı” diyor. Hemen altında da “dikkat bugün 1 Nisan, bugün size söylenen herşeye inanmadan ve kızmadan önce tarihi düşünün” şeklinde bir haber: iki haber üst üste. Bu 1 Nisan şakası mı?
Hasan Ersel: Doğrusu biraz 1 Nisan esprisine benziyor. Bu konunun geçen haftaki görüşme üzerine açılmış olması iyi oldu.
Milli geliri aritmetik becerilerimizi arttırmak için ölçmüyoruz. Belli bir amaçla bir şeyi ölçmeye çalışıyoruz...O da gönenç (refah) düzeyimiz. Gönenç santimetre ile ölçtüğümüzde 100, metre ile ölçünce 1 çıkarsa, 1, 100’den az diyemeyiz, ikisi de aynı şeyi gösterir.
ÖM: Çok tuhaf, çünkü “hiç böyle zengin olmadık” üst başlığını atmış Hürriyet gazetesi ama bunun şaka mı yoksa gerçeği mi yansıttığı konusunda bir tereddüt payı bırakmış oluyor.
HE: İşin özü şu: Milli gelir hesaplandı, adam başına gelir bulundu, sonra bu dolar kuruna bölündü ve “Aaaa, üçbin küsur dolar çıktı!” denildi!!!
ÖM: Ve rekor kırmışız!
HE: Halbuki tekrar dönelim geçen haftaya, biz demiştik ki insanların yaşam düzeyi, gönenç düzeyi önemlidir. Onun için uluslararası karşılaştırmalar ya da zaman içinde karşılaştırmalar “satın alma gücü” cinsinden yapılır. Eğer tükettiğimiz tüm malları, yararlandığımız tüm hizmetleri biz ABD’den alıyor olsaydık, orada da malların fiyatları buradaki fiyatların Dolar karşılığı olsaydı bu yapılan hesap bir anlam ifade ederdi. Oysa biz pek çok mal ve hizmeti Türkiye’den alıyoruz. [Örneğin salatalığı buradan alıyoruz fiyatı TL olarak belirleniyor. Berbere gittiğimizde de bu hizmeti TLkarşılığı alıyoruz.] Bu hesap bunları içermiyor. Yapılan sadece TL’nin ABD Doları karşısındaki reel (hatta bu defa nominal) değerlenmesini sanki bizim TL vererek aldığımız mallar da ucuzlamış gibi göstererek, gönenç artışı var demeğe geliyor.
Dolayısıyla bu karşılaştırma 1 Nisan esprisidir... Ama ifadenin kalanı doğru... Ekonomi büyüdü... “Beklenenin üzerinde büyüdü” sözüne pek fazla katılmıyorum...Beklenen dolayında büyüdü. Yalnız “büyüme hızı %5’i biraz geçer” deniliyordu oysa % 5.8 çıktı. Sanırım beklenenin üzerinde demekle bu kastediliyor. Bunun temel nedeni Devlet İstatistik Enstitüsü'nün 2003 yılının 3. çeyreğine ilişkin tahminlerini yukarıya doğru düzeltmiş olması. [Bu tür düzeltmeler yapılması normaldir. Yeni bilgiler ışığında daima tahminler gözden geçirilir.Bunun arkasında bir şeyler aramamak gerek.]
ÖM: Açıklanan büyüme 5.8 mi 5.9 mu?
HE: Ülkede öngörülebilir milli gelir kategorisinin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYIH) olduğunu düşünüyorum, onun için ben ona gönderme yapmıştım. % 5.9 büyüyen Gayri Safi Milli Hasıla’dır. Aradaki farkı ise Türkiye’de iş yapan yabancıların yurt dışına transfer ettikleri kazançlar ile yurt dışında iş yapan insanlarımızın kazandıkları gelirlerden yurda getirdikleri belirler. Bunlar öngörülebilir büyüklükler değil... Bir insan “bu seneki kârım yatırdığım yerde kalsın” diyebilir, başka bir dönemde farklı karara varabilir. O ülkede işler iyi olur, olmaz, vs. O yüzden GSMH’yi bu konu daha başka malumat olmadan öngörmek pratik olarak olanaksız. Daha önce bunlar bizim ülkemizde önemli değildi, o yüzden herkes rahatlıkla GSMH öngörüsü yapıyordu. Aradaki fark, dışarıda Türk, Türkiye’de de yabancı yatırımlar arttıkça büyüyecek. Nitekim Amerika’da son 30-40 yıldır hiç GSMH öngörüsü yapılmaz, hep GSYIH öngörüsü yapılır. Çünkü Amerikan vatandaşlarının yurt dışındaki yaptıkları, ya da Amerika’daki yabancı yatırımcıların ne karar alacağını kestirmek olanaksız.
Ama rakamlar doğru. GSMH % 5.9 büyümüştür, GSYIH büyüme hızı ise % 5.8’dir. Büyümenin dinamiği yine sanayidir, % 7.8 büyümüştür,
Benim takıldığım nokta yine istatistiklerde görünüyor. Yüksekçe bir stok birikimi var. Özel tüketimdeki artış hızı da biraz düşük gözüküyor. Özel tüketim % 2.1 arttı deniyor. Bence biraz daha fazla artmıştır. Stok birikimi de görünenden daha azdır diye düşünüyorum. Çünkü stok birikiminin milli gelir içerisindeki payı % 5 gibi bir rakam, bana yüksek geliyor. Özel tüketimin de milli gelir içindeki payı % 63 çıkıyor. Belki 1-2 puan daha yüksektir...
Ama bunlar işin özünü çok değiştirmiyor, geçen sene ekonomimiz büyüdü. Bu sene de ekonominin bu oranda değilse bile bunun biraz altında büyüyebileceğini -ters bir şey olmazsa- tahmin ediyorum.
ÖM: Yani durum şoke edici, harikulade şaşırtıcı ya da beklenmedik bir şey değil, ama iyi de.
Mustafa Arslantunalı: O harikulade şey herhalde şuradan çıkıyor, milli eğitim bakanlığı okullardaki başarı oranını hemen arttırmanın kolay yolunu epeydir bulmuştu; öğrencilerin notları yükseltiliyor, o zaman bütün orta öğrenimdeki başarı oranı da yükselmiş oluyor.
HE: Tabii, mesela şöyle bir kural konursa “ölmek var, dönmek yok” diye bu okullara... Herkes sınıfı geçeceği için...
ÖM: Geçen hafta iyi ki konuşmuşuz, çok daha mücehhez, donanımlı olarak karşılayabildik bu yeni açıklanan büyüme ve milli gelir rakamlarını. Herşey nasıl baktığınıza bağlı.
HE: Gerçekten adam başına geliri Dolara çevirmenin dünyada geliştirilmiş yolları var. Oysa bu yapılan TL’nin ABD Doları karşısında değerlenmesinden çok etkileniyor. Bu da, bildiğiniz üzere geçen sene epeyce önemliydi. Öyle yüzde yarım gibi ihmal edilebilir bir değerlenmeden söz etmiyoruz...
ÖM: O zaman ikinci konumuza geçelim: Nihayet fonksiyonel bütçeye geçildiği görülüyor. Bunun hakkındaki yorumların?
HE: Çok hayırlı bir iş, çok iyi bir iş... Yapanları da kutlarım. Seninle ortak bir anımız var, onu müsaadenle aktarayım. Sen ve ben Mülkiye’de ikinci sınıftaydık...Yıl 1964-65, İsmail Türk hocamız maliye dersi veriyordu ve fonksiyonel bütçeye geçilmesi, yani bütçe harcamalarının hangi amaçla kullanıldığına göre sınıflandırılması gerektiğinin fevkalade önemli olduğunu, bunun yapılması gerektiğini ve bu konudaki çalışmaların başladığını söylemişti. Biraz gecikme ile (40 yıl kadar!!!) 2004 yılında bu oldu! Ben emekli oldum, sen emekli olmadın ama böyle oldu.
ÖM: Ben hayattan emekli olacağım yakında...
HE: Allah korusun, ona daha 40 yıl var.
ÖM: Yani bize derslerde okutulan fonksiyonel bütçe teorisini şimdi 40 yıllık bir gecikme ile pratikte görme imkanımız oluyor.
HE: Ayrıca hocamız o zaman da müjdelemişti, çalışma başladı demişti, bir de o var.
ÖM: Daha da eskiye gidiyor yani?
HE: Biz şimdiye kadar bütçemizi şöyle görüyorduk, personel giderleri ne kadar? Sosyal güvenlik kurumlarına ödemeler nasıl? Faiz harcaması ne kadar? Mal ve hizmet alımları ne kadar? Bunlar önemli kategoriler. Ama kamu harcamalarının etraflı bir çözümlemesi için bu bilgiler yetersiz...
Kamu kesiminin varlık nedeni, bazı hizmetleri sunmaktır. Bu hizmetlerin önemli bir kısmı özel kesim tarafından sunulamayacak olan hizmetlerdir, örneğin ulusal güvenlik gibi. Bunlara kamusal mallar diyoruz, bu malların sunumu siyasal otoritenin kararına bırakılmıştır. Yani bu kararların alınması piyasaya bırakılmamıştır. Bu tür kararlara tabi hizmetler listesini biraz daha da genişletebiliriz. Ülkenin uzun dönemli gereksinimleri için yapılması gereken alt yapı yatırımları, adalet hizmetleri, sağlık hizmetleri vs. gibi.
Bu amaçla yapılan harcamalara da “kamu harcamaları” diyoruz. Daha önce Radyomuzdaki konuşmalarımızdan anımsayacağın üzere biz bu harcamalar söz konusu olduğunda “kamu harcamaları azaltılsın” ya da “kamu harcamaları denetlensin” biçiminde ifadeler kullanıyorduk. Fakat biraz önce saydığım kategorilere bakmak bile kamu harcamalarının birörnek olmadığını gösteriyor. Bunların amaçları farklı, etkileri farklı. Örneğin kamu harcamasını kısalım diyoruz. Varsayalım ki iki kısılabilecek harcama var. Bunlardan ilki tanesi Atatürk Hava Limanı’na yeni bir radar alınması için yapılacak harcama. Ötekisi ise Aydın-İzmir karayolunun genişletilmesi projesi olsun. Bunların ikisinin de rakamsal büyüklüğünün aynı olduğunu düşünelim. Bu harcamalardan ilkini kıstığınız zaman ilk etki ithalâtın azalmasıdır. Çünkü radarı ithâl ederiz. Ama ikincisini kıstığımız zaman yol yapımında çalışacak işçilere gerek kalmayacağından istihdam etkilenmiş olur. Bunların ekonomik etkileri çok farklı. Dolayısıyla hangi işe yönelik mal ve hizmet harcaması yaptığımızı bilmemiz gerekli. Önce kullandığımız sınıflama bunu vermiyordu, vermediği için de kamu harcamalarının neye yönelik olduğunu kestiremiyorduk. Şimdi fonksiyonel bütçe diyor ki “her kamu harcamasını biz neye yönelik olduğunu çıkaracağız ve bu şekilde sınıflayacağız. Böylelikle kamunun hangi işleri yapmak için bu harcamalara gerek duyulduğunu göreceğiz”.
Hangi harcama türleri var? Hepsini saymayayım, ama birkaç örnek vereyim:
“Genel Kamu Hizmetlerinin” alt başlığı şöyle, Yasama ve Yürütme Organları, Finansman ve Mali İşler, Dışişleri Hizmetleri. Oraya ayrılan para bunlara gidiyormuş. Yine bu başlık altında Temel Araştırma Hizmetleri var. Sonra ikinci bir başlık: Savunma Hizmetleri.
Ayrıca da güzel bir tablo daha veriyorlar, savunma hizmetlerinin ne kadarı personel hizmetleri, ne kadarı savunma nedeniyle sosyal güvenlik kurumlarına yapılan ödemeler, ne kadarı mal ve hizmet alımları, (ordunun çeşitli silah, silah dışı çeşitli malzeme gereksinimleri için yapılan harcamalar) ne kadarı transferleri, vs. Bu detayı da görebiliyoruz, artık.
ÖM: Bu çok uzun zamandan beri Türkiye’de de tartışılmakta olan bir konuya da açıklık getiriyor. İnsanlar amme hizmetlerini bilemiyordu.
HE: Fevkalade. Yalnız ben şöyle bir şey anımsıyorum. Geçen sene bir toplantıda bu konu askeri harcamalarla ilgili açılmıştı. Silahlı kuvvetlerden de bu işlerden sorumlu bir subay da toplantıya katılmıştı. Dedi ki “biz fonksiyonel bütçeye göre harcamalarımızı hazırladık ve Maliye Bakanlığına sunduk, fakat diğer bazı bakanlıklar yetiştiremediği için bu sene olmadı.”
Yani sorun askeri makamlardan bilgi gelmemesi değil; aslında bu tür bilgiye geçmek o kadar kolay değil, her bakanlık için de zaman alıyor.
Hemen bir başka bilgi kategorisine değineyim. Ekonomik İşler ve Hizmetler diye bir bölüm var... Alt başlıklarına baktığınız zaman çok şey görebiliyoruz. Şöyle, “genel ekonomik işler” bir kategori, tarım, ormancılık, balıkçılık, yakıt, enerji, madencilik, ulaştırma, iletişim, diğer endüstriler, ekonomik faaliyetlere ilişkin araştırma geliştirme, vs. Bundan sonra kamu ekonomisi ile ilgili kararları çok daha sağlam ve geniş bir bilgi tabanına dayalı olarak tartışabileceğiz. O açıdan beni çok heyecanlandırdı, çok da hoşuma gitti. Tabii şu anda sadece iki aylık bilgi var, geçmiş yıllar yok, ister istemez... İnşallah ileride birileri oturur, çalışır, serileri geçmişe doğru tamamlar. O yüzden de yorum yapabilmek, karşılaştırabilmek için beklemek gerekecek ama çok hayırlı bir hizmet oldu.
ÖM: Bu konuda başka türlü açılımları ve ayrıntıları olabilecek iki konuyu sormak istiyorum; biri, bu saydamlaşma ya da şeffaflaşma, açık toplum diye nitelendirdiğimiz bir özlemi, beklentiyi daha yakına getiriyor mu? İkincisi de çok daha tartışmalı bir konu: özelleştirmelerin ve neoliberal diye adlandırılan politikaların, yani kamusal hizmetlerin özelleştirilmesinde nereye doğru gidileceği konusunda bir ipucu verebilir mi bize? Bunlar tabii çok ayrıntılı sorular ama...
HE: İlkine yanıtım kesinlikle evet.
ÖM: Yani saydamlaşmaya doğru gidiliyor.
HE: Yalnız saydamlaşma dediğiniz konunun iki boyutu vardır, baktığınız cisim saydam olacak, bir de siz göreceksiniz... Onun için görebilecek kapasitenin de yaratılması lazım, o da bize düşer.
ÖM: Evet vatandaşa düşer.
HE: Ama saydamlaşma yönünde “sunum” tarafında büyük bir atılım oldu, bu açık... İkinci konuda (özelleştirme) bunun fazla bir yararı yok, niçin? Bugün bizim konsolide bütçe dediğimiz, merkezi hükümet ve katma bütçeli idarelerin bütçesinden olan faaliyetlerin zaten kamuda kalması konusunda genelde bir mutabakat var. Örneğin Türkiye’de hiç kimse adalet hizmetlerini özel sektöre devredilmesini düşünmüyor. [bunu laf olsun diye söylemiyorum çünkü bazıları devredilebilir. Ceza davalarında olmaz ama ticari anlaşmazlıklarla ilgili özel mahkemeler kurulabilir.] Özelleştirme ile ilgili sayısal bilgiler esas itibarı ile KİT’lerin rakamlarında, bunlar ise konsolide bütçe içinde değil...
Ama orada da bir müjdemiz var. KİT’lere ilişkin olarak yılda bir defa bilgi alabiliyorduk. Yılda bir öğrenince de bir şey öğrenememiş oluyordunuz aslında...Zaten geç geliyor... Ama şimdi söylenen o ki, o konudaki çalışmalar da epeyce ilerlemiş, pek yakında üç ayda bir, sanki İstanbul Borsası’ndaki şirketlermiş gibi KİT’lerin durumuna ilişkin bilgi alabileceğiz.
Tabii bu da saydamlaşmadır. Öte yandan özelleştirmesi söz konusu olan KİT’in mali bünyesi, mali bünyesindeki değişiklikler, o şirketin faaliyetlerinin ekonomik etkileri, vs. görmek mümkün olur. Çalışmalar bitmediği için bu henüz yok ama o da sanıyorum bu sene içinde, hatta kısa zaman içerisinde yayınlanacaktır. O da çok güzel bir şey.
ÖM: Dolayısıyla ilk soruya verdiğin cevap, her ikisini de kapsayan bir cevap olarak karşımıza çıkıyor. Bakmak da bize düşüyor.
HE: Orası öyle.
(1 Nisan 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)